29 Ocak 1972 Cumartesi

-sense geleceksin; geleceğin kendisisin. hep, bir sonraya gebe zihnimin asla var olmayan umut çizgisisin. gerideki çakıl taşları parıldayacakları yoksa bile neonlar gibi yanabilir, sönebilir; kimin umrunda? geçmiş şarabını içip keyf edebilir, kurtuldu ya. ya yeri belli olamayan umut çizgisi; "benim" fenerim, ufuk çizgim?

telaşa kapılıyor koşarken yeni taşlar üzerlerinde. devriliyor domino taşları, su ya zaman... dalga ya umutlar... dalga ya planlar...


ittirdim zamanın ilk taşını.

27 Ocak 1972 Perşembe

tipi var dışarıda. sokağa ait ne varsa, artık ona ait; silik sokak lambaları, kirli çöp tenekeleri, kapalı kutu binalar, kendinin sahibi olan insanlar, kendinin sahibi olmayan insanlar, kırık cam parçaları, ağaçlarda kalan son bir iki yaprak, titreyen kedi, kuytusuna sinik köpek, çoktan canını vermiş üstü açık hayvan mezarları...
gözlerime sokuyorum tüm hepsini.


titreyen bacaklarımın üzerinde, kapalı kutumun araladığım geçidinden süzülüyorum, derin derin soluyarak tipiyi içimden atıyorum. hiç bitmeyecek bir zamanın körlüğüne bırakıyorum kollarım açık bedenimi. aklımın ucundan el sallayan kırmızılığı...

bilemiyorum, ama sanki her şey çok daha farklı olacak bu gece. 

zifir var sağda solda, önümü aydınlatan.

“ama”sı yok bu akşam olacakların! akıyor sağımdan solumdan zift gibi kararlılı...ğım.
uyuyan mezar yok! uyanamaz iblis, uyumadı hiç. kol gezdi hep bu denizde; kaptanı, en şehvetli deniz kızı, en tehlikeli balığı, en büyük dalgası, en aç anaforu, en ben olanıydı.



aynaya baktım biraz önce, bize baktım. ona göz kırptım, hiç beceremesem de; saçlarımı okşadı şefkatle, gülümsedi.

kapalı kutumun geçidi...
geliyor.
zayıflığını sarmaladığı perde sağlam görünüyor; kahkalarımızla yırtıyoruz onu.




****



kuytuya sürüklenmiş sakin sakin süzülen kar tanesi, karanlıkta olanlara göre fazla sakin. 

19 Ocak 1972 Çarşamba

ve perde açılsın!!


pandora’nın kutusu gibiymişiz meğer. bir şey kelimelerimizi saklandıkları yerlerden tutup çekmeliymiş. ya kendi içimizde ya da döküp, saklı dünyamızda barındırmışız onları, bir ses “hey siz!” diyene kadar.

belki kayıp bir köşede son nefes alışverişini yapan çocukluk hayallerimizdi, başka birisinin yazdığı kitabı elimize aldığımızda titreyen; belki samanyolu’nda yüzerken projeleri yıldızlara saçılan yolu belirsiz planımızdı; belki şiddetli kuraklığa takılıp çölleşen arazimize eski günlerini anmak için diktiğimiz bir anıttı “hey!”in can verdiği; belki de kelimeler için daha önce hiç bir araya gelmemişti moleküller ve onunla birleştiler; “hey!”le beraber özgür kaldı kelimeler. aktılar, koştular, havalandılar, heyecanlandıkları okyanuslara yüzdüler.

bir yaz gününde iki arkadaş, yazdığımız bir iki şeyi güneşe göstermeye karar verdik. başkaları da bizim dünyalarımızı tanıyabilirdi pekala; bu hakkı onlara verebilirdik ve verdik de. sonra üç ve dört olduk ve yolumuza önümüze diktiğimiz çıtaları atlayarak devam ettik. bir “boşluk” olduk, bir “yıkım” olduk, bir ara “’ilk yağmur damlası’nda yansımamıza bakalım” dedik, bir zamansa “iktidar”dık. kılıftan kılıfa girdik dört kişi, büründüğümüz kılıflara izlerimizi bıraktık.

şimdiyse dördümüzün rotasız planı olan, her hafta döktüğümüz parçaları sayfalarda birleştirip kitaplaştırma fikrini, bir yeni yıl sürprizi olarak sevgili arkadaşlarımıza “ta daaa!!” deyip ödlerini patlatarak sunmak istiyoruz. yani bu iki kadının kafasındaki hedef bu ve elinde tuttuğun kitap hedefin varış yeri; eğer dörtlünün diğer ikilisinde dudak gerilmesiyle başlayan minik bir tebessüm uyandırabilmişse bu ufak sayfa demeti, hedefe ulaştık ve görev tamam demektir. =)



                            *geç oldu ama tanıştırayım, bu metin 26 aralık'ta "dedik ki!" adlı kitabımıza şahsımca iliştirilmiş önsözün ta kendisidir.



17 Ocak 1972 Pazartesi

dünyamın kılıfı

dünyamın kılıfı sırtında.
nefesinde 
sonsuza susar
onu yutar, hapsederim.

kendime ibadetten ibaret kendim.
sarmaş dolaş ben;
tuttuğum, elimde oynadığım tutkum ben;
habis, bana acımasız ben!

hikaye değil, 
masal tüm bunlar.
kehanete göre
bir anda buhar olacak tüm tutkular.




16 Ocak 1972 Pazar

tesadüf bu ya


gün güne rastladı
sınırlarını çizdiğimiz
günün ertesinde.
zaman ve bilim
olanca kuvvetleriyle
birleşme gayretindedir,
bu rastlantı sonucunda.

insanlık ölümsüzlüğün
tahtına oturmuş olacaktır;
bunu başarabilirlerse eğer.

zaman, beraberinde getirir
sınırlarla birleştiğinde
sınırları aşan gücü...

bugün bahsi geçiyorsa
yüzyıl öncesinden
bir bilim adamının,
sınırları aşarak geldiğindendir.

zamana hükmediştir bu
zaman ve bilim
sonsuzluğu da aşacaktır;
birleşimlerinin haşmetiyle.

sınırları aşmak ölümsüzlükse;
rakiplerine şans dileye dileye
tesadüflerini ortadan kaldırıp
istediğini elde ettiğinde
sınırsızlıklar sınırlarla sınırlanacaktır.


        gün-se yayıncılık iftiharla takdim etti.

10 Ocak 1972 Pazartesi

hepsi bu

sınırlar, "sınırlarla" sınırlıdır.

sadece bir kelime: sınır.
hepsi bu, beş harf.

9 Ocak 1972 Pazar

ama...



evet!
gözümüz ardımızı görmez
umutsa el sallar peşimizden
biz onu ararken


kabaran göğsünden
bir gün taşacak
göğün damıtılmış ruhları;
zifiri yolda parçanmış bedenlerine
eskisinden farklı olarak çöreklenecek.
elbet,
elbette olacak,
olacak bunlar.


elbisesi yırtılıp
çırılçıplak kalacak,
bir gün anlaşılacak
ölü ruhlar,
kavuşacaklar can sularına.


bengi kalacaklar olacak fezada
umudu tanımayan bedenlerin parçaları...


ama!


elbet olacak
elbette kalkacak tüm ölü ruhlar;
"yanlış"lar "doğru"lar
ait oldukları bedenlere verilecek;
elbette olacak
olabilir ya hepsi
bir gün belki...


             

5 Ocak 1972 Çarşamba

anlatabildim mi?



anlatamamak,
yanlış anlaşılmak
emiyor sünger gibi
hatlarında kayan duran kanı,
ıstırabının hararetiyle
buhar edip fezaya asıyor.


*

“yanlış” insanlar gökte salınıyorlar!
“doğrular” el sallıyor!
“doğrular” göz kırpıyor birbirlerine!

yanlışlar,
“yanlışlar”ı “doğru”
“doğrular”ı “yanlış” kabul kılıyor,
yanlışlar
kendi insanlarını yaratıp
elleriyle elbiselerini biçiyor,
yanlışlar
“yanlış”ı anlamadan
“doğrusun!” diyor
ve hep birlikte,
“doğru”yu “yanlış” yaparak
“doğru”yu tespit ettikleri için
fikirlerini alkışlıyor!

hayat suyu kalmamış bedenler yerlerde...
hayat suyu çalınmış bedenlerin
onların olmayan parçaları
onların yerinde.

görüldüğünün içinde nefes alamayanlar var.
ait olmadığı elbisesinin eteklerindeki taşlarla hareket edemeyenler,
eline tutuşturulan mumun silik alevinde
ilk defa gördüğü zenci bir yolda kendini aramaya çıkanlar var.

anlatamamak
anlaşılamamak
sancılı dayatmalar
ağlayan insanlar
olmayan insanlar
olmayan doğrular
aklı küsüp mahzenine çekilmiş kurbanlar

kaldırın şu cesetleri!










dippköşe not:
* ”zenci bir yol” tabiri aniden dilimden düştüğünde, allen ginsberg’ün uluma şiirinde geçen “zenci sokaklar” deyişi de aynı hızla aklıma geliverdi. “zenci sokaklar”ı düşünmeden oldu her şey ama sanırım içten içe allen amcamın tabirini çalmış oldum. =)



3 Ocak 1972 Pazartesi

başlıksız doğum günü metni


birisiyle ilgili bir şeyler yazmak bazen çok ama çok zor olabiliyor. o kişiyle ilgili ne kadar anı birikmişse de, hisler kalpte ne kadar yer etmişse de, akıl boşluğunda uçuşan kelimeler birleşip tek vücut olamıyor, “hadi!” deyince. bir çeşit unutkanlık olsa gerek bu. belki de kekelemenin bir türü. düşünce sektesi.

bakalım toparlayabilecek miyim ne var ne yoksa...

bugün günay hocamın doğum günü. kum saatinin taneleri gereğinden hızlı akıyor; bizse pek farkına varamadan beraber bir seneyi doldurduk bile. günü günün üstüne bindirdik, bir daha bir daha derken saatin kutupları defalarca yer değiştirdi.

deste deste anılarımız oldu beraber. sakin ve sakinliği kovalayan hareketli günler...

bu metin bir doğum günü tebrik yazısı esasen. iyi de neden doğan kişi tebrik edilir ki? onun elinde miydi bu seçim? her neyse dağılmayayım. =) ama okuduğunuz bu yazı öbeğinin klasik bir doğum günü metni olsun istemediğimi açıkça belirteyim. =)

evet, iyi ki doğdunuz hocam, bize ve daha pek çok kişiye adınızın dediği gibi ışık saçtınız ve saçacaksınız; adını “güneş”iyle alan, yaşam veren “gün” ve sonra dinlenmek için karanlığa geçtiğinde hayat, “ay” olup önümüzü görmemizi sağlayan.

daha geçenlerde beraber boyumuzu aşan bir sevinç yaşadık, her gün yeni güne “merhaba” deyiş gibi, var oluş gibi. gücümüzü kendimize gösterdik, kendi gururumuzu okşadık. bu ve bunun gibi daha pek çok anın da bizi beklediğinden hiç şüphem yok. =)

ufaklık bedenimin içine sıkıştırılmış olduğum ve hemen büyümeye çalıştığım yıllardaki okul hayatımda olmasa da şu anda pek çok kişi gibi sizde bana öğretmenlik yapıyorsunuz. sizden öğrendiğim tonla şey varken, öğreneceklerim gözlerimin daha çok parlamasına neden oluyor. =) 

iyi ki doğmuşsunuz ve iyi ki tanışmışız hocam. nice mutlu senelere... =)



ve galiba toparlayabildim. =)


                                           
seda nur erkan             
                                     sıfırüçsıfırbirikibinoniki =)