23 Ağustos 1971 Pazartesi

ruh hali analizi

bundan yaklaşık bir asır önce oldu ne olduysa; şıp diye bir şey damlayıverdi üstüme; anın aldığı ilerleme kararıyla  birlikte dayanamadı o minik damla ve dağıldı elime, yüzüme, her tarafıma...

saflıkla şeytanlık ne kadar kardeş ya da aptallıkla körlük?
aahh, birde cevabı netleştirebilsem de içimdeki birilerini tokatlama isteği ortadan kalksa. =)



*ruh hali analizi

13 Ağustos 1971 Cuma

iyi ki doğmuşum =)

iki gün sonra doğum günüm. 

bundan yaklaşık 87 yıl önce, a pardon yanlış oldu, 25 yıl önce hislerime göre sıcak bir ağustos gününde doğuvermişim.

- eee? şimdi ne olacak? çeyrek asrın şerefine ne gibi sürprizler düzenlenecek bu kıza?

hıımmm… o sabah baş ucumda bir mustang anahtarı olmayacağını, şans oyunlarının yine beni es geçeceğini, hitler amcamla bir kahve bile içemeyeceğimizi, pastadan syd’in çıkmayacağını, uzaylılar tarafından kaçırılmayacağımı, bana özel striptiz yapılmayacağını, dünyanın bilmem kaçıncı harikası ilan edilmeyeceğimi, lennon amcamla gevezelik edemeyeceğimizi, sanat galerilerinin hala aklımda tutmayı tercih ettiğim işleri almak için sırada beklemeyeceğini, dünya turuna çıkamayacağımı, güvenli bir otostop yolculuğu yapamayacağımı, beyninin en azından yüzde birini kullanabilme yeteneğine sahip ve o organıyla kalbi arasındaki kanalları tıkanmamış birini bulamayacağımı, kimseye uçan tekme atamayacağımı, bisiklet sürmeyi öğrenemeyeceğimi, balık tutamayacağımı, paraşütle atlayamayacağımı, astral seyahat yapamayacağımı, lambadan “sahip sonsuz dilek hakkın var sahip” diyen, mavi ton ton bir cin çıkmayacağını, üçüncü dünya savaşının başlamayacağını, mars’ın kafayı tozutup bize kafa atmayacağını, adıma festivaller düzenlenmeyeceğini, usta splinter muamelesi göremeyeceğimi tahmin eder gibiyim. =)

ne mutlu bana! :/

11 Ağustos 1971 Çarşamba

çocuk oyunu

bundan yaklaşık 20 sene önce, duran bey’in yerinde duramayıp çalışmak için yurtdışına gittiği zamanlar… işte o zamanlar hayatımın en eğlenceli zamanlarıydı diyebilirim. okul yok, sen ufaksın dünya kocaman, hemen büyümek tek derdin, bulunduğun ortam gayet renkli, hayal gücün en uçlarda. o günlerle ilgili ne varsa hep kırık beyaz bir tülün ardından görünüyor şimdi. ve genelde insanların yüzlerini hatırlamıyorum. sanırım o zamanlarda da kolay kolay kimsenin yüzüne bakamıyordum. hıımmm ya da şu ihtimaller daha ağır basıyor; boyum kısa olduğu için göz hizam onların bacak seviyesindeydi ve yüzlerine bakmak için başımı kaldırmaya üşeniyordum :p bir diğeri, sürekli bir şeyle uğraştığım için insanlara bakmaya vakit olmuyordu :d  tabi vazgeçilmez çocukluk karakterim dedemdi! alaca karanlık kuşağı… pazar gecesi ve parliament sineması… sağ olsun karakter gelişimime büyük katkısı var :|

hala içinde yaşıyorum sanki o anın…

pazar gecesi. parliament sineması’nda çocuk oyunu, nam-ı değer chucky var. dedem televizyonun karşısına oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, elinde kumanda. ben, ablam ve kuzenim de heyecan, korku ve merak dolu gözlerle annemizin arkasından başımızı ara sıra kaldırıp televizyona bakıyoruz. ben uyanığım; başımı kaldırıp gözlerimi kapatıyorum, sonra hafif aralayıp bakıyorum. kirpikler araya girince daha az korkunç oluyor :p

-    - he he heee… bakın bakın napıyor. bak bak bebeğe bak hahhaahahaa… bak adama napıcak şimdi…

parlayıp kararan televizyon ışığı altında, elinde genellikle cebinde sakladığı kumandasını sallayan dedem, onun kahkahaları ve şimşekli bir gecede topal topal ilerleyen bebek! yandığı halde ölmeyen, tek gözü mangır gibi açık bebek! boyu kadar bıçakla kimsenin gözünün yaşına bakmayan bebek!
allahım allahım hayatımın gecesiydi :s

tabii… sen altı yaşlarında bir çocuğu öyle şeyler seyrettirirsen hayatı yamuk gider :p

yatacağım zaman, gözleri onunkine benzeyen bir bebeğim de dahil olmak üzere, ne kadar bebeğim varsa baş ucuma boy boy dizerdim. hepsi de yatınca gözleri kapanan ayakta açılanlardandı ve ben yatarken hepsinin gözleri açık olurdu. bende yattığım yerden bana bakıyorlar mı, bana ne yapacaklar, şuradaki hareket mi etti ne? diye diye uyurdum ve gece de rüyamda onları görürdüm. mazoşistlik o zamanlar da baş gösteriyormuş :|

aradan zaman geçti, büyüdüm, oyun hayatıma barbie bebekler de dahil oldu. bebek sayısı artınca sorular da çoğaldı tabi:| benden intikam alacaklar mı? işte bu en gözde sorumdu.  :|

o pazar gecesinden sonra yıllar yıllar devrildiğine göre ve ben büyümeye devam ettiğime göre…
evet, hala korkuyorum :s

dün gece, yeni evde saat 3 civarı… tabiat ana havayı fırtınaya çekiyor ve evde tek çıtı, ayak pırstıklarını, özetle yaşam belirtisini gösteren benim;  tek ışıksa sokak lambasınınki. nefes almak için pencereyi açıyorum. insanlar hala yaşıyor; çatal kaşık sesi, konuşma sesleri, kahkaha sesi, kısa süreli bir klasik müzik melodisi derken günün son sesleri havaya kendilerini kazımaya çalışıyor. fırtına hazırlığıysa son sürat devam ediyor; evin karşısındaki ağacın dalları mikser gibi göğü karıştırırken, bulutlar kusmaya usul usul başlıyor. aşağı kaldırıma bakıyorum ve dalga dalga dans edip benle dalga geçmemesine şaşırıyorum. sanırım ona daha yakınım diye beynimde sakin.  

-     - yeter bu kadar hava.

başımı odaya çeviriyorum ve terk edilmiş. hafif sarı ışıkta masum ve yalnız duruyor. ama… oda kapısı aralık. birisi buraya yerleşmekle, terk etmek arasında gidip geldi mi yoksa? olduğum yerde kımıldamadan aralık kapıdan uzun koridorun karanlığına bakıyorum. bir silüet bana bakacak birazdan. tamam tamam fazla cesur değilim ve gözlerimi çevirip, kapıya yaklaşıyorum; tek derdim onu kapatıp bu heyecanı sonlandırmak. 

-     - eee? koridorun sonunda, duvara vuran o anlamsız silik sarı ışık ne?

usulca kapıyı kapatıyorum ve uslu uslu yatağıma giriyorum. 

-    - bu gece bu evde ilk yağmurum.=)


 

3 Ağustos 1971 Salı

nerde kalmıştık?

iyi kıza oynamaktan ne zaman sıkılacağımı merak ediyorum.

 -evet bayan, sen, yolda önümde yürüyen. çarptın ve artık öteye çekilebilirsin.

-tamam, sakin, sakin, telaşa gerek yok; sadece ayak sesim bu galeyanınızın nedeni. iç organlarınızı ulu orta her yerde bırakmayınız, hele ki ağzınızda. heyy bu bir toplum kuralıdır. yoksa anneniz size, yüreğinizin ağzınızda olmaması gerektiğini söylemedi mi? aaaa ne büyük kayıp! bu haliyle “büyük kayıpken”, bir de düştüğünü düşünsenize. ya kaybolursa ya da hissiz pabuçlarca ezilirse, ya o zaman?

koca eşeğe benimle oynar mısın demeyeceğim, çünkü iyi kız olmaktan sıkıldım. mankafalı herif!
-benimle oynar mısın?

oysa sadece, seninle yıldızları saymak istemiştim. fazla mı candan istemişim ne, olmadı. =)

-neden mi bu isteğe kapıldım?

bambaşka bir havayı solumuştum ve bir şey başımı göğe doğru çekmeye başladı. yerine sığmayan nesneler! gözlerim kamaşmıştı; sanki aşık olmuştum onlara. işte onları seninle saatlerce, geceleri birbirine düğümleyip haftalarca, aylarca, yıllarca , ömrümüzün dibi ne kadarsa, saymak istemiştim. aynı yerde, sen, ben, biz ve sayacağımız, sayamayacağımız milyon tane yıldız.

iyi kız olmaktan sıkıldım. bunu ne sık tekrarlıyorum değil mi? tıpkı senden durup durum nefret etmeye başlamam gibi. nefret kelimesini duyunca yüzün değişmesin; aksine sevinmen gerekir. senden nefret etmem, seni sevmemden daha çok düşünme mesaisi yaptırıyor. bir çeşit aşk bu, tersten akan. “tersten akan aşk”, bunu sevdim. her koşulda uyum içinde olabileceğim bir deyiş.

-ben buldum!

-ben buldum!

nerde kalmıştık? ben iyi kız olmaktan nefret ederken, araya seni de sıkıştırmıştım. 

ağzı bozuk cümleler kurmam lazım benim. müsaadenle bir tane çıksın ağzımdan, sessiz, akışkan. bak sadece bir iki laf yığını olacak. anlamlı, anlamsız… neyin anlamı var ki? senin mi, benim mi, günün adamının mı? hem onlar seni körlüğünün, sağırlığının yanından, kapının arasından sessizce süzülüp giderler. =)

seninle hala yıldızları saymak istiyorum; o yıldızlar olmasa da istiyorum. yoksa kendimi mi oyalıyorum bu düşüncelerle? 

- biraz susar mısın? beklediğin şeyleri söylemeyeceğim.

günün adamı


 


o değil günün adamı sensin. haberin de var ya bundan, günün adamı olduğundan.

hayal kuralım mı biraz?

anlamsız ya bunlar, en güzel yanı bu. ona, buna, havaya, mikroba, sana, bana, aklındakine anlam yüklemeyeceğim. günün adamı, günün amacı bu; bir süredir böyle gidiyor “günün amacı”. ama dur, galiba “günlerin amacı” demek daha yerinde olur.

kalk! dans edelim hadi. elton john bizi dans edelim diye çağırıyor baksana.

günün adamı!

heeey!

bak, gün değişiyor. 

sence de geç olmadı mı?