7 Ağustos 1973 Salı

çikolatasını yedi ve bıraktığı tadı, günlerdir beklediği kahveyle yıkamaya başladı. sırtını koltuğuna yasladı, artık rahattı. 


eve gelirken günü, bir öncekini, ondan öncekini ve diğerlerini düşündü; başını geçmiş olanlardan çevirip gelecekleri de düşündü. son zamanlarda kafasında dönüp duran bir düşünce vardı. bunu kendi kendine sık sık tekrar ederdi, yinelendikçe etkisi artan bir söylev gibi.
"-insanlar balık hafızalı, ne kadar saçmalarsan saçmala, ne yaparsan yap unutacaklar. bu yüzden takma kafana. hem bunların ölçütü nedir ki?"
yazın en sıcak günlerinden birinde akşam eve dönerken sokağın merdivenlerini uçarak indi bu sözle. 

sokak tenhaydı. önceden dolaylı olarak tanıdığı birini gördü, pek sevmezdi, teğet geçti. bunu daha önce de yapmıştı; selam vermediği için sonradan pişman olsa da. iyi de konuşacak ne vardı? aslında konuşacağı çok şey vardı.

sonra gözünde kaç gündür aynı saatte, aynı yerde, tek ayağını duvara yaslayıp duran adam canlandı. koca caddeyi izliyordu sadece; arabalar, otobüsler, insanlar, haller. peki bunu nereden biliyordu? "adam acaba orada dururken sigara da içiyor muydu?" diye kafa yormaya başladı. pazartesi günü muhtemelen görecekti adamı ve o zaman sigara içip içmediğine bakmaya karar verdi. 


evet, aslında konuşacağı çok şeyi vardı ve hayalinde yazmaya başladı. 
gününden başladı.

bugün kendisine bir ara dışarıdan bakmıştı, nedense kendisi gibi görünmüyordu karşısındaki. söylemek isteyip gün ışığı göstermediği sözleri mi vardı? rahat değildi. duruşu bir başkasınındı, oturuşu da. kalan zaman boyunca içini kemirecek neler yapmıştı o arada kim bilir? hiç konuş muydu? "çok mu önemli bir şeyler yapmak?" diye sayfasının kenarına bir iç rahatlatma notu düştü.


"-neden kendinle bu kadar uğraşıyorsun?"  
kadın, 2 sene önce meraklı gözlerini üzerine dikmiş ve sormuştu. etiket gibi sırtına yapışıp kaldı, her kurcaladığında da boynuna inen bir giyotin oldu bu kelimeler ona. fazla sert bir yüzleşmeydi. cevabı bilinen, çözümü bilinen ama kayaların büyüklüğüne güç yetmeyen durumlar vardır ya hani... ya zamana yayalım, kayaları kıra kıra temizleyelim? eksik olan ne o halde? 


apartmanın kapısına yaklaşırken kaldırımı takip eden gözleri yaşlı teyzenin ayaklarını görmedi. bir süre önce eşini kaybeden kadın, yoldan geçen tanıdıklarıyla konuşmak için evinin girişinde dururdu genellikle. kısa da olsa yaşlı kadınla konuşmak için bakındı ama hava kararmak üzereydi ve kadının evine girmiş olabileceğini düşündü. belki o anda tek başına masasına oturmuş ve eşinin, çocuklarının hayalleriyle yemeğini yiyordu.
elindeki anahtarların çıkarttığı ses, "-allah kimseyi yalnız bırakmasın kızım." sözü halini aldı, gitti geldi kulaklarında. doğru anahtarı seçerken gayri ihtiyari dört gün önce tanıştığı kızın annesini düşündü; hastaydı ve tedavi görüyordu. daha ilk konuşmada konu nasıl oldu da kızın annesine gelmişti kestiremedi, kıza ne diyeceğini de bilemedi. dört gündür ona ve annesine üzülüyordu; kız gülümsemeye çalışıyordu, annesi iyileşmeye. dört gündür kadın için dua ediyordu. bunda kızın gerçekten mutlu olduğunda gözlerinde ne göreceğini merak etmesinin de payı vardı. 

evine girdiğinde kendi gözleriyle karşılaşmaya vakit bulamadı. unuttu onları.




ve ikinci fincan da bitti.