30 Eylül 1971 Perşembe

yaldızı aklımı çeldi

her şey o gün, o dükkana adım atmamla başladı…

kendimce geç kalmıştım, her zamanki gibi ve acil durumlara karşı savunmaya geçmek için bir fincan kahve kurtarıcı olabilirdi… uyku istilasına karşı.

almam gerekenleri aldım.

-hey!! ben burdayım.

arkamı döndüm.

kabul ediyorum, hayatımda ilk defa sen gibisine rastlıyor değilim; ama ilk defa bu kadar yakın ve elimi uzatsam dokunacağım gibisine rastlıyorum; hiçbir engel olmadan.

çekicisin.

kırmızı da üstünde hiç fena durmamıştı hani. ;)

parlamıyordun, hala parlamıyorsun ya; benim içimde ışıyorsun.

önce tanıştık.
tokalaştık.
çok uzun sürmedi bana takılman, beraber yol almaya başladık.
telepati, bakışmalar, dokunmalar…

seni diğerlerinden saklama ihtiyacı duydum.
kimse seni tanımamalı.
kimse seni görmemeli.
kimse seni bilmemeli.
sadece benim olmalısın!

kaç günü def ettik beraber hatırlamıyorum, hatırlamak istemiyorum da.
uyu, uyan… uyu, uyan… uyu uyan…
birbirimizi kaybetmek istemediğimizden olsa gerek, ne sen ne de ben yapmamız gereken şeyi hatırlattık. bekledik öylece…

ama bu akşam seni çok istiyordum.

 

işten çıktık.
yürüyoruz…
iki kadın bir adam.
artistik hareketlerle üstünden atladığım kusmuk lekeleri, insanın üstüne üstüne gelen ufolar, yerini terk etmiş siyah köpekler, gülümsemeler…

ayağıma büyük gelmeye başlayan ayakkabılarımla sana koşuyoruz her şeyin dışında. küçük bir kız çocuğu büyümek istemiş hemen; annesinin odasını talan edip makyaj yapmış, ayakkabılarını ayağına geçirmiş, tüm gün büyümeye çabalamış, utanmadan düşmemeye çalışmış, şimdiyse rüzgarın da eşliğinde sevgilisine koşuyor.

müthiş bir tutkuyla eve geldim. kendime daha fazla acı çektirmemeliydim senden kendimi soyutlamaya çalışarak. aynı şey senin için de geçerli, bu kadar beklemek yeter. kaç gün geçti böyle böyle, mazoşist hallerimizle birbirimize acı çektirdik.

işte karşımdasın. en harika halinlesin, bana bakıyorsun. sana bakıyorum. gülümsüyorum.
samimisin.
yine üstünde kırmızılar.
senle ilgili aklımda sayfalarca yazılar…
37 çarpı 2 numaradan destek alan 58 kiloluk muhtelif ölçülerdeki balık bedenim sana karşı tahmininden bile büyük bir aşk ihraç ediyor…
içten içe sana ihtiyacım var, bunda gayet samimiyim.
hep samimiyim.
gereksiz yere samimiyim.
bu yüzden ortalığı batıyorum ya hep.
her şeyi berbat etme yetim üst düzeyde diye sana ihtiyacım var ya…
sen pansuman yapmalısın bana.

 
aşk ya bu, üzerindekileri usulca, seni incitmeden çıkartıyorum.
iyi ki o gün o dükkana girmişim.
iyi ki o gün sakız yerine seni almışım.
siyah, minik, modası geçik çantamdaki alıştığın yerde değilsin artık.
günün sonu… birbirimizindik; şimdiyse bunu kendimize bile kanıtladık.




yaldızlı kalp çikolatam benim…









22 Eylül 1971 Çarşamba

bir porsiyon beyin salatası

tepemin tasını attırmayı başardım uzun zaman sonra. arka fonda “şarkılar beni söyler, dillerde name adım…” diye giden(?) şarkıyı dinlerken hayatımdaki tüm öküzleri andığım için reel öküzlerden de özür dilemem gerekti. ne tantanalı iş bu yahu! allahtan kuzenim imdadıma yetişip iç dökme aşamasında boşaltıma gönüllü destek verdi ve operasyon pak-ı pür bir şekilde tamamlandı.

netice:
-insanları aynadaki boyutlarından farklı görmek için yapılan artistik açı kazanımları tarihe gömüldü.
-mallık kat sayısını azaltmak için hint cevizi rüyası yerine sahici bir azim devreye sokuldu.
-terzinin kendi söküğünü dikmedeki başarısını hep birlikte görmek isteyen ahaliyi hayal kırıklığına uğratmamak için altyapı çalışmalarının gecenin ilerleyen saatlerine kadar devam etmesi kararlaştırıldı.
-kayıp kız sedayı arama çalışmaları son sürat devam ederken, bünye tarafından görevli birliklere ek kuvvetler atandı.
-“yeter artık, biri bu kızı susturmalı!” diyen şamatacı balıkçı oltasının ucunda denize salındı.

13 Eylül 1971 Pazartesi

iyi yolculuklar...

“seda’ya kendini tanıma seyahatinde iyi yolculuklar…” (A. 23.01.2005)

küçük kırmızı bir arabanın içinde, kendini bildim bileli devam eden bir deney bu. örnek aldığım sayılı kişilerden birisiyle vakti zamanında yaptığım, aklımın o sırada başka yerde olduğu ve ne dediğimi tam olarak bilmediğim bir konuşmadan sonra bana hediye edilen, güzel bir arşivden çıkma birkaç kitaptan birinin bana özel iç kapak notu.
kendi kendimin kurbanı mıyım, emin değilim.

en iyisi beni bir kenara atıp, etrafı mı yaşamaktı yoksa; kendimi es geçip, dışarıdaki havayı mı solumalıydım? mutluyum ki bunu yapmadım ve araba hala yoluna devam ediyor. =)

bu yer, oraya buraya not aldığım yolculuk notlarımın üstü açık barınağı; bana şans dileyen kitap içi notu da isim babası. nedense bunu bugün paylaşmak istedim, sanki bir minnet borcunun tahsilatını yapar gibi.
her neyse saat geç oldu.
bazen gerekli olsa da, cümlemin sonuna nokta gelmemesi dileğiyle… =)

birkaç parça siyah

saat… günün renkleri karartıcı saatlerinin kol gezme vakti… oldukça ilerlemiş.

beraber yolda yürüyoruz. sürekli aynı yerde, aynı yere, aynı şekilde bağlanmış siyah bir köpek var ve biz yine onu görüp irkiliyoruz. civarında üç siyah kristal... göz yaşı olarak mı doğup taşlaştılar, yoksa bir kadının kopan kolyesinin daha fazla birbirlerinden ayrılmamak için rüzgara karşı koyan taşları mı onlar? iki adım ilerde bir tane daha, yoldaki çukura düşüp kaybolanların geri dönüşünü bekler gibi. ve şimdi o dört kristali çantamdan çıkartıyorum sessizce, masama bırakıyorum. farkında değilim, biri yine ayrı kalmış.
işte tam karşımdalar. hepsi…
güçlü, siyah köpeğin sahip olduklarına rağmen özgür olamama göz yaşı mısınız siz? iç rahatlatmaktan başka işe yaramayacaksınız diye mi sertsiniz; kendinizi mi koruyorsunuz böylece? ya renginiz? neden siyahsınız siz? kimsiniz?
yoksa sadece siyah mısınız?

11 Eylül 1971 Cumartesi

anlamadın değil mi?

kadınlarla çocukların en sevdiğim ortak yönü sokak ortasında rahatça ağlayabilmeleri.

çantam o kadar ağır ki omzumda taşıyamadım, elime aldım; aynı bunları yazarken elimi taşıyamayıp ona kızıp söylenmem gibi; ona da söylendim, içinde sen vardın ve o vardı ikinizi de aynı anda çıkartıp ikinizle de yüzleşecektim, ama sen ağır bastın ve daha yolda baskınlığını gösterdin, kim bilir kaç asır sonra, birinizle beynime-kalbime birinizde bedenime etki edecektim, sonra derken senin işini bitirip seni öldürecek ve hayata mum ışığının isleri arasında kaybettiğim seni arayarak devam edecektim. seni öldürmek dışında hepsini yaptım.

-bunlardan haberin yok; beynini çalıştırırsan olacak ama yok, olmayacak, imkanı yok; son körebemizden beri gözlerin bağlı.

hayalimde insanlar oynatırım hep, kişiler gerçek fakat rolleri ve gidişatları kimi zaman farklı olarak. telaşa gerek yok, orada aynı yerde aynı rolde kalacaksın; bundan haberin olmayacak ama orada olacaksın; ne kadar batırsan da.

bak acıtır diye kadının şarkısını açmıyorum, aklıma bu yazı getiriyor; olmayan bu yazı. paravan ardından oynanan oyunu, rollere bürünmüş hayalleri, masalları, yeşilleri, dalgaları, sessizliği, nefes alıp vermeyi, umursamazlığı, önemsemeyi, sevmeyişini, benim de sevmeyişimi, yakınlığımızı ve birleşikliğimizi, sanki bir ruhtan bölünmüş iki parçayız, kendi kozamızda aptallığımızla büyüyoruz derken, seni görüşümü ve gülümseyişi, lanet olsun ikimizde ahmağız, sürünüyoruz, ben sürüyorum ya da.

-anlamadın değil mi?

kadınlar yolda rüzgarla beraber gözyaşları süzüldüğünde sorun olmaz, çocuklar da. istediğimiz olmamıştır bizim, deli gibi onu isteriz. ruhumuz özgür ya ne çok benziyor gözyaşı nedenlerimiz.
ruhumuzda gömülü kıskançlığı çalmaya gelecek bir hırsız yok mu? bir koleksiyoner yok mu? benimkisi çok özel, bu dozu kimse bünyesinde kolay kolay barındıramaz. ya cam fanusta biriktirilmiş hormonlu anı kolajları? alın onları, çalın! hastayım ben, insan davranışlarını büyütüp kılıf giydirmek gözle görünür tek sorunum.

ben ağlarken “çok güzelsin” diyenler vardı. insanlar üzgünken daha mı çekici olur, anlayamadım? ya da daha kırılganlar diye daha mı mühim gelir her şey; etraf ve söyledikleri gibi mesela? yüzümden düşen parçaları ben nasıl toparlayacağımı düşünürken… beraber yıldız sayma hikayesini boşver.

kadın harika şarkısını harika söylüyor…

bir oyuncağa ya da şekere tav olsam ne güzel olurdu; küçük bir ayı, barbi bebek, uçan balon, salıncak, kaydırak, şeytan uçurtması, legolar, çikolata, lolipop, jelibon… normal şartlarda hepsi kabulüm.  ama işte insan büyüyünce istekler de, hayal gücüne, beynine, bedenine ööfff ne bileyim gelişme gösteriyor işte; ben gibi, seni istemem gibi. yetmiyor. mutlu etmiyor.

çiçek dürbününden bakıyorum ben yine, dünya daha renkli, renkler daha özgür olsun diye. gözyaşı grisi damlıyor görüntüme; gri ya, belirsiz ya…

göz ucuyla saati hesaplıyorum ve son öpücük!

-02:45 ve elveda…









kadın harika şarkısını harika söylüyor…

3 Eylül 1971 Cuma

kayıp çocuk

aynı havayı soluyan kişiler olduk kaç boyutun devrinden sonra; kaç masaldan, kaç baş ve yan rölün başarıyla veya tökezlenerek oynanmasının, kaç kahramanlığın, kaç maskaralığın, kaç gülümseyişin, kaç kaosun, kaç kalenin yıkımının ardından bu görevi bize vermişti sonunda gidişat; göz bebeklerimizde birbirimizin silüeti asla belirmeyecek şekildeydi planı ve uymak zorundaydık, uyduk.


bugüne dair...

bugüne dair gözümünü kapatınca bir hayal beliriyor, ben evrenin dev köstekli saatine bir tekme savurup kör topal bırakıyorum onu ve orda bulunma ihtimalinin olduğunu neremden çıkarttıysam, bir alanda seni aranıyorum. etraftakiler güneşin benden taraf olduğunu anlamadan kıyametin geldiğini düşünüyor ve yarım kalan ne işleri varsa yapmak için koşturuyorlar, sanki yapabileceklermiş gibi, sanki birisi onlara "aferin" diyecekmiş gibi, yarım kalınca sanki bir b*ka yarayacakmış gibi... seni arıyorum, yarın olmadan seni bulmalıyım.

boşalan-dolan-ağlayan-saçmayan-kirlenen-nefes almaya çalışan bu alanda... korkarım ki kollarım sağa sola açık boş yere debeleniyorum.

ama...

sen de onlar gibi yapabilirsin; ben seni bulmaya çabalarken, -sana gülümsemem lazım, gülümseyişimi anlayan sen varsın tek- yapman gereken(!) ne varsa yapabilir sonra da rotanı kaynağına çevirebilirsin. daha kolay olur zaten bu.

yarın...

sen olmayacaksın ki.

sen bugün varsın. yarın olmaycaksın.

zaman benden intikam almaya kalkacak kendine gelince ve o zaman daha hızlı dönecek bana, belki yutacak beni. bugünün acısı azgın nehre saçılmış çocuklarından çıkaracak.

sen yarın olmayacaksın, bense o salak alanda hala sarsakça seni arıyor olacağım, kayıp çocuk.



ama belki...

ama belki tüm bunların gözümün önünde oynayan bir kurmaca olduğunu kendime anlatabilirim.



görevi başarıyla tamamladık kayıp çocuk!
-aferin!