28 Şubat 1972 Pazartesi

mutluluk pratikleri


huzurluyum...


bugün kalkmış, dünse yatmıştım. tanrı’yla biraz sohbet etmiştim öncesinde, günah-af işleri falan. pijamalarımı giyip, boy aynasında boyumu ölçtükten sonra bunu yapasım gelmişti; bu da, ailece yenilen yemekten hemen sonraydı, yemek boyu nefret ettiğim kardeşimin bacaklarını son kez doya doya tekmelemeden önce onun son çorbasına son kozumu kattıktan sonralardan. birkaç gün ciddi ciddi oturup planını yapmak zorunda kalmıştım bu imha olayının, o benden önce davranmadan önce.

çok öncesindeyse, günler rutinliğe tutunmuş gidip gelirken, biz de haftalarca hastanelere gidip gelmek zorunda kalmıştık. bilerek bir kaza olmuştu nedense; salıncağı ittiresim gelmişti, kardeşiminse öncesinde salıncaktan düşesi; annemin bizi oynamamız için parka gönderdiği gün; hani önceki gün denizde yüzerken kardeşimin kolluklarını şortumdaki iğneyle patlattığım günün birkaç gün sonrasında.

o gün kalkmış, dünüyse yatmıştım; tanrı’yla aramı daha sağlam tutmak için ona daha çok zaman ayırdığım gecenin sonrasında. hayat okulla devam etmeden öncelerden bahsediyorum, boyumun bin milim olduğu zamanlar.

defalarca annemden azar işitim. neden? sevgili kardeşim beni anneme şikayet ediyordu. çünkü gece boyu hiç susmadan ona hayalet hikayeleri anlatıyordum. öncesinde gece uyumak için yatağıma yattığımda, gözlerimle karanlık odayı tarıyordum malzeme bulmak için; ama bunun da öncesinde, babama hayaletleri sordum durdum; televizyonda ilk defa korku filmi gördükten sonra ilgi alanıma girdi bu karanlık eğlence. öncesindeyse canım ikizimin oyuncak bebeğinin içini tıka basa haşerelerimle doldurmuştum, çünkü koleksiyonum için sevimli ve düzenli aralıklarla evcilik oynayarak onlara evlerinin sıcaklığını aratmayacak bir ev lazımdı; çünkü öncesinde böcek ve örümcek avcılığı yapıyordum bacak kadar boyuma bakmadan. kocaman banda yapıştırdığımı döndürüp döndürüp inceledim; ağıyla aşağı inen bir örümceği bantladım önce, elimde bantla oynarken birden karşıma çıkıvermişti. 

o gün gözlerimi açmış öncesindeyse hiç kapatmamıştım. iyi hatırlıyorum, nedense benden sonra gelenin boğazı garip bir ipe bağlıydı; bunu içerde de fark etmiştim sanki. öncesinde boğulur gibi yapası gelmişti. sert hareketlerimden kaçarken yanlışlıkla o kordona takılmıştı, belki ondandır. annem heyecanlanıp kahkahalar atıyordu, çünkü hemen öncesinde ve aynı anda tekmeler atıyordum onunla içerde olmamak için. onun da öncesinde tekmeler attım durdum ince zarın ötesinde, hemen yanımda benle yüzen çirkin şeye, ama öncesinde o hep karşımdaydı, onu karşımda buldum ne gerek varsa. o gün artık tek değildim. öncesinde benden bir şey kalktı, başka birini yaptı.


bunların öncesinde yola çıkmıştım hedefe doğru, her yer karanlıktı; hepsinden önceyse gece ve sesler vardı. 



                                                                                                                  

27 Şubat 1972 Pazar

yoksun




ellerim cepte parıltılı neonların altında dolaşırken gözlerim seni arıyordu. cadde aralıklarına sızmış geçitlerin başında durup gözlerimle sokakları dibine kadar tarıyordum. neonları kör edip, ayı mahçup eden ışığın yoktu, yoktun. labirentler bitmiyor, seni aramaktan yorulmuyorum. yürüyorum... ellerim cepte, neonlar yokluğundan istifade yanıp yanıp sönüyor. neonlar inat, ben inat, sen yokluğunla inat...
caddeler yürüyor, geçitler derin, gece uzun, caddelerle yürüyorum; birinde olmazsan ötekinde mutlaka...




bende sabır çok!

elbet bir metelik ayak ucumda ışıldayacak.
  



*gün-se yayıncılık karar veremediği bazı hissiyatlarla takdim etti.





diipnot: "para para para!!" deyip, 
        üstüne bir de abba cilası çekilmeli diye düşünüyorum. =) 
     



22 Şubat 1972 Salı

zaten


hayatta bir çok bilinmeyen vardır
bizse çok şey her şey bildiğimizi sanırız
bilmediklerimiz yığın olmuş dağ olmuş...

kumdan kalelerde koruruz
bellediklerimizi
asker yengeçlerin kıskacıyla;
asi deniz kızının saçlarına takılarak
hırçın dalgalarla boğuşup
girdaplarının türbülansında sürüklenmiş
karanlık denizdeki
batık gemilerin kuytu dehlizlerinin
koynunda uyumakta
paslanmış hazine sandığının
aralanmasını bekler
içinde unutulup saklı kalmış...

sorar biri "bu ne, şu ne?" diyerek
dilinin ucuna gelip durur durur...
da bir türlü düşmez oradan
bir şey, bir emare gerekli çıkarmaya
zihninin kuytu derinliklerini
yoklar durursun çıkmaz da

bir fırtına eser dokunur ona
bir fırtına eser dokunur aniden
gün vurur
gün olur
dalgalarla kıyıya vurur...


                                           21.02.1971
                         gün-se yayıncılık bilinmez hissiyatlarla takdim etti.




* şiirimizin babası ayberk’tir efenim!
o ve onun “scroll lock tuşu ne işe yarar?” sorusudur...
her şey onun başının altından çıkagelmiştir!



6 Şubat 1972 Pazar

bir artı bir bir eder mi?


-iyi misin?
-bir artı bir... iki eder.
-ne?
-bir artı bir iki eder. bir etmez.
-ateşin var senin.
-jeanne? bir artı bir, bir eder mi?




ayrı ayrı iki şey her zaman toplamda ikiyi vermezden yola çıkarak bütünleşmiş bir hayalden söz etmek isterim; “ben” ve “ben” ve kim demiş iki birin toplamı iki diye? inanmam!

evet, ortada iki olan bir şey var ya, o kanımca sonuç değil. ya da ortada esasen hiç iki yok, hep tek var; toplam diye bir şey yok, olmamalı zaten. her şey aynı, herkes aynı; kimi şeyler daha da aynı.

aynı olan iki şey iki olmaz değil mi ya?

  
farklı kahramanları, farklı yönlerden sivrilterek bu düşünce üzerine şekil alabilecek kelimeleri aklımda kovalarken, bir diyaloğa denk geldim veee aradığım cümleler karşımdaydı. yukarıda, konuklara “hoş geldiniz” demesi için görev verdiğim metin, “içimdeki yangın” filminin sonlarına doğru düğüm çözüldüğünde, kardeşlerinin babaları olduğunu öğrenen iki kardeşin arasında geçen konuşmadır. demek istediğim de ucundan kıyısından bunun gibi. bazen iki farklı kişi de yönleri bakımından sadece bir kişi olur, pek çok zıttın aslında tek olması gibi.



bazı şeyler kimi zaman fazla aynı olur; iki yoktur.





4 Şubat 1972 Cuma

akşam saat...

akşam saat dokuz civarıydı, omuzlarıma yüklenen yükün ağırlığıyla sertleşmiş kar parçalarına gömüldüğümü hatırlıyorum. milyonlarca iğne silahlı kurşun askerin eriyip kaynar lavlar gibi üstümden akması... düşünebiliyor musun? altında kahrolduğum sorumluluğun gücünü hayal et.


ve her şey beklentilerin başının altından çıkıyor.


şimdi sadece susacağım.
bence sen de aynısını yapmalısın.
sessizlik fikirlerimizi ehlileştirirken, boğulmayacağımız göklerde yüzebiliriz; asla yeşil olmayan, hep mavi olan göklerde.


sokağın beli, gururun sert adımlarıyla inlerken, tehlikeli düşünceler zihnimi an an daha çok kuşatıyordu. bir gecede ilahlığa terfi etmiştim anlıyor musun? ne sert bir şaşkınlık bu, tenime değdikçe kanatan.


sığınağıma gidene kadar gördüğüm her kaldırım taşını saydığımı hatırlıyorum. sonrasındaysa, düşüncelerimi saran düşleri toplayıp kırmızı sel sularına bıraktım ve sustum.