28 Kasım 1971 Pazar

bir varmış... bir yokmuş...

bir varmış... bir yokmuş...

develer pirelerin pirelerini kovalar, pisiler balık balık suda yaşar iken, ben de şu dar alandaki uçsuz bucaksız dünyamda göğü mora, yeri kırmızıya boyarım. tarifi kolay değil bu halin; yetenek işi içinde olmak da, içinde var olmak da.

bir, iki, üç zamandır buradayım ben ve anlam veremediğim bir şekilde, yoğun ilginin odağıyım; ki bu da gururumu okşamıyor değil. bana özel yemekler, bana özel geziler, bana özel müzikler, bana özel planlar, bana özel sohbetler daha neler neler. diyorum ya odak noktası oldum milletin, sayemde sıkıcı hayatlarına renk katacakları bir oyuncağa sahip oldular. bu benzetmeyi sevmedim, ben oyuncak mıyım! ama bu gidişle öyle olacak...

bir renk vardı, daha önce tanışmıştık kendisiyle, burda onu da gördüm. yani bazen görüyorum, el falan sallıyorum ona. sonra bir sürü gri var, her yerdeler. ha araya toz gibi serpilmiş yeşil zerrecikleri de var, griye, maviye falan karışmış. ama yok, bazı yerler de ondan bir sürü var. hatta geçenlerde bir yere gitmiştik, kaçmasın diye ya da ne biliyim dağılmasın diye falan etrafını bir şeylerle çevirmişlerdi. biz de o etrafı çevrili yeşil mahkumları ziyarete gitmiştik, iyi hatırlıyorum.

su var bir de! allahım harika bir şey. birincisi o rahatlatıyor, burdaki gibi sıkıcı değil. bir keresinde hava çok sıcakken su dolu bir yere gitmiştik. bir sürü insan vardı içinde, maviydi falan; o da güzeldi. nediz miydi adı, deniz miydi neydi? hatırlayamadım, kalsın; ama çok güzeldi, keşke yine gitsek.

etraftakiler kendi hayatları içinde debeleniyor ve beni çok az unutuyorlar. tabi benden haberi olmayanlar da var. ne biliyim, bizimkilerin daha çok hava kararınca baktıkları bir şey var; şöyle renkli, hareketli, içinde yine insanlar var falan. hah! işte o insanlar beni bilmiyor mesela. yani galiba. yani biliyor gibi değiller de... aman ne biliyim, beni bilenlerin yüzünde ordan nasıl görünüyorsam artık, komik bir gülümseme falan oluşuyor; gülüyorlar, mutlu gibiler falan. sonra benim için uğraşıyorlar ya, demiştim hani. ama o baktıkları insanlar bir garip. evin dışındakiler de onlar gibi ama o hareket eden şeyin içindekiler sahiden garip; kavga ediyorlar, bağrışıyorlar, ağlıyorlar, bir yerlerinden kırmızı şeyler akıyor; sonra, üff okumam yazmam yok ki! olsa altta yazan bir şeyler oluyor, onları okurdum. ne halt ediyorlarsa orda yazıyor galiba, bizimkiler anlatmadığı halde biliyor olurdum hepsini...

bir... iki... üç günden fazladır burdayım. sıkıcı burası; şöyle kollarımı açıp rahat rahat gerinemiyorum bile, gerindirtmiyorlar. hem alan da dar. kendime yer açayım diyorum, bu sefer de bu kadın gereksiz yere tantana yapıyor; "gel gel dinle, bak bak elini koy". yani bir rahat yok.

burda olmak zor. o yüzden bende kendime eğlence bulmaya çalışıyorum. işte bunları anlatıyorum, arada egzersiz yapıyorum, dövüşmeyi öğrendim o hareketli insanlardan da bu kadını hayacanlandırayım diye bir iki hareket yapıyorum, ha bir de hayal kuruyorum. en zevklisi o zaten, müthiş eğlenceli.

ben kendim şekil vermeye karar verdim ortalığa. babam o hareketli insanlara bakıp, bir şeyler okuyup, "dünyanın haline bak" deyip duruyor. ben dünyayı çözdüm, işte onu değiştireceğim. ne biliyim o mavileri mora boyarım, o grileri kırmızı yaparım diyorum. sonra sıkılınca da başka renklere boyarım. olmaz mı? renkler güzeldir, ben hepsini çok severim. bundan önceki yerde hepsinden vardı, zaten orda tanıştık onlarla. sahi ne güzeldi orası be... burası çok sıkıcı, benim ne işim var burda böyle?

neyse, nerde kalmıştık?

heh, kırmızı diyordum. griler kırmızı oldu sayemde. yeşiller kalabilirler ama o etraflarındakileri almak lazım, rahat olsunlar. renkler özgür olmalı değil mi ama? sonra o hareketli, renkli insanları mutsuz eden ne varsa defolsun istiyorum. amaan ne biliyim, saçma geliyor tüm bunlar.

bir de bu insanların gün saymaları bitse! nereye gidiyoruz ki sanki? al işte, gün mün yok!


sığmıyorum galiba artık. ne biliyim, burası daha da bir sıkıcı olmaya başladı. saolsunlar aç bırakmıyorlar, eğlendiriyorlar falan ama burda sıkışıp kalmama ses çıkartmıyorlar, hatta bundan memnunlar. hey ben sizin neyinizim ha, tepiştirdiniz beni buraya! açıkta bırakın beni. aç değil ama açıkta bırakın!

daha fazla dayanamıyorum.
o da ne? burası serinlemeye mi başladı, yoksa bana mı öyle geliyor? ee ne olacak şimdi bana? bu kadın da ne telaş yaptı ama, sakin ol be anne. ilk bunları dikte ettiler kafama; anne-baba. işte bende sırf bu zorlama bilgi yüzünden anne manne dememe kararı aldım. ee bu kadın triplere giriyor da kocası nerde, hep yanındaydı ya? baba! anneme bir şeyler oluyor nerdesin? aa dur, ona değil bana bir şeyler oluyor. o ne ya? ben neden kayıyorum, hahahhaaa çok eğlenceli, umarım hep olur! heyy napıyorsunuz, çek elini be adam! kafamı bıraksana, zaten kafam üşüdü! madara olmaya şimdiden başladık, iyi mi...

ama ya, ne bu böyle, iş mi bu yaptığınız şimdi? sıkıldık dedik, burası dar dedik ama bu kadar da hoyrat olunmaz ki canım, insan bir sorar "hazır mısın" diye. iki laflıyoduk şurda. koca adam olmuş bir de. yanına da almış birilerini, oh!

heey ne vuruyorsun sen! şiit kime vurduğunun farkında mısın? ben öyle diğeri gibi sulu göz değilim, sert adamım kolay ağlamam ona göre.

ama yaa, elin çok ağır... mış.

2 yorum:

  1. çok beğendim... tebrikler :)

    YanıtlaSil
  2. hikayendeki bebiş daha gün yüzü görmeden dünyayı bu denli gözetleyip tanıdıysa dünyaya geldikten sonra gözetlendiğimizde vay haline.. halimize
    GNY

    YanıtlaSil