16 Ekim 1971 Cumartesi

ekim pazartesisi



karanlık…


bekçi gibi sürekli kapıda dikilen ışık tatile çıkmış. diğerleri de sürü misali ona uymuş. sesizlik tam olarak hakimiyeti sağlayamamışsa da, havada uçuşan ses zerreciklerini, gelen kışın seyirci ısındırma ön grubu sonbahar’ın ilk şarkısı “rüzgar” savurup dağıtıyor.

geçen pazartesi çooook uzun zamandır yapmak istediğim şeylerden birini yapmak için fırtınada yollara döküldüm. güzergahım beyoğlu sineması’ydı. her sene bir şey çıkıyordu ve rafta kalıyordu film ekimi’m; bu sefer inada bindirdim işi, rüzgar ve yağmurun elinden geçen sıradan bir bireyden farksız olarak, gayet ıslak, dağıtılmış -sonbaharın haşin elleri asla kuaför eli olamaz- üst düzey bir naseksi olarak sıradaki yerimi aldım. gişede tahmini onbeş bilet vardı fazladan; ben kırkıncıydım. =) sıra umurumda değil tabi, başımı solumdaki incik boncukçudan alamıyorum ki. otuzdukuzuncu teyze işin piri… beni kandırdı, duygularımla falan oynadı; saftım, inandım… “filme giricez tabi, bilet yok diye blöf yapıyorlar, her sene aynı şey!! aa göz rengin ne değişik, her zaman bu renk mi?” demeye başladı.  “çıkk, keyfime göre bazen sadece akıyla idare ediyorum abla o zaman daha değişik oluyor” dese miydim hala karar vermiş değilim… :| 

kırkbirinci teyze, eminim ki gençliğinde erkeklerin iliklerini titreten eski bir taştı. yabancı asıllı biriydi ve arada kendi halinde konuşuyordu, bende ona tepki vermek için, insanlık hala yaşıyor, arkama dönüyordum ve mükemmel ceketini bol bol incelemeye fırsatım oluyordu.

gel zaman git zaman, yıllar, a pardon dakikalar çeyrekleri - iki çeyrekleri falan kovaladı; onlar kovalaşırken, biz, yani tahmini doksan kişi bekledik; ya herkes saftı ya da içlerine otuzdokuzuncu teyze kaçmıştı; basamakları ara ara indik; umut ettik; ilk onaltımız içeri girdi; bizse bekledik, “her şey kandırmacadır” diye; ben… otuzdokuzuncu teyzeye sadık kaldım ve gitmedim işte.
kırkbeşinci dakikanın sonunda otuzdokuzuncu ve kırkbirinci teyzeler ve diğerleri, tahmini doksan kişi yağmurla beraber hayatlarına karıştı, bende insanlık halidir ki aynısını yapıverdim.

evet, yine tozlu bir rafa kalkmıştı isteğim. ama “en azından denedim.” diyebilmiştim ve mutluydum ve eve yirminci yüzüğüm ve altıncı kolye ucumla dönüyordum. =)

he, birde sırada beklerken aldığım manidar kartla…
şöyle diyor pembe neon ışıklarında:
“belki seni bir daha asla göremeyeceğim.”

3 yorum:

  1. Film ekim'i bitti malesef, bu yıl da gitmeyi denedin hani,üzerine yazı da yazdın ya;çok değil yakın zamanda bu konuda filmler çekecek kadar anıların çoğalacak.Kendi filmlerimizi çekeriz bizim anıları da harmanlayınca. KendiFilm ekim'inini yüzüklerinin içindeki renk cümbüşlerinin çağrıştırdığı renkli düşlerin yansımasıyla dağarcığına bir dünya filmler katarak oluşturacaksın... Geceyi betimlemen güzeldi. Yazının bitmindeki son sözün de güzel ya, asla görememek diye bir şey umutsuzluğu çağırıyor. "Bir gün mutlaka...!" demeliyiz...
    Günay

    YanıtlaSil
  2. beraber gidemedik bu film ekimine..
    sodje

    YanıtlaSil
  3. neden olmasın ki günay hocam. ne de olsa zamanında birisi kendi işini kendin gör diye bir laf atmış ortaya ;)

    YanıtlaSil